Klasikler, Rus Klasiklerimiz
Bazı kitapların okunması için henüz erkendir. Ama hiçbir kitap için asla geç kalınmamıştır. Bununla birlikte, çocuklukta ve özellikle ilk gençlik yıllarında okunması gereken bazı kitapları ıskalamak, karakter inşasındaki bazı unsurların eksik kalmasına ya da geç vakit yerini bulmasına sebep olabilir. Bu açıdan bir geç kalmışlıktan söz edilebilir. Aynı zamanda bahsi geçen kitapların yetişkinlik zamanında okunması da çocuklar ve gençlerle empati kurmaya yardımcı olabileceği için geç kalınmışlık, başka bir açıdan telafi edilmiş olur.
Klasikler, edebiyat okuru için neyi ifade eder? Klasikler, insan yaşamında belirli aralıklarla tekrardan her okunduğunda farklı izler bırakan ve uyanışlar gerçekleştirebilenlerdir. Klasikler dediğimde roman sanatı klasiklerinden bahsettiğimi ifade edeyim. Genel olarak klasikler dendiğinde akla hemen Rus Klasikleri gelir. Olması gereken bu mudur? Tartışılır. Ama Dostoyeski, Tolstoy, Turgenyev, Puşkin ve Gogol gibi isimlerin birbirine çok yakın zamanlarda bir edebiyat tini oluşuracak şekilde çıkan eserlerinin, Kalsikler denince ilk akla gelen eserler olması hiç de anormal bir sonuç değil. Burada Gogol'un yeri bir ayrıdır tabi. Dostoyevski'nin "Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık" sözünü hatırlayalım. Bu ifade, ancak bu yazarların eserlerini ve biraz da eserler hakkındaki yan okumaları yapınca anlam kazanıyor.
|
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
|
Bu isimler arasında Dostoyevski'nin yeri, çoğu okur ve hatta akademisyen için bir başkadır. Halihazırda ikinci bir Dostoyevski biyografisi okuyorum. 1000 sayfa olduğu ve yazarın eserlerini yazdığı sıralama ile eserlerini okumak için ara vererek devam ettiğimden dolayı, kitabın bitmesi hayli uzun sürecek. Şu an Ölüler Evinden Anılar'a yeni başladım. Fakat ben burada, bu sıralamayı bozarak okuduğum Suç ve Ceza'dan bahsedeceğim.
Klasiklerin Çektiği Tam Metin Eziyeti
Yaklaşık 10 sene evvel okumaya başladığım ve yarım bıraktığı Suç ve Ceza'ya tekrar başladım ve bu yıl okudum. Çok saçma sebeplerle okumaya zaman zaman ara vermek zorunda kalsam da nihayetinde hakkını vererek okudum. Neden hakkını vererek diyorum? Hakkını vermeden okumak diye bir şey var mı? Bence var. Ama bu başka bir yazının konusu. Dertleşiriz.
Öncelikle şunu belirteyim, kitapların hayatında yeri olmadığı kişiler için klasikler, sağda solda yazarların portrelerinin kapak yapıldığı sayısız baskısını gördüğü, sıkıcı kitaplardan öte değildir. Ayrıca, yakın zamana kadar, kısaltılmış, sadeleştirilmiş, bilmemneleştirilmiş baskıları o kadar fazlaydı ki, es kaza biri okumaya niyetlenip eline aldığında yalnızca o eserin posasıyla karşılaşıp, sıkılması, anlamaması kitabın karakterini görememesi ve bırakması çok olasıydı. Fakat son yıllarda bir çok yayınevi nitelikli tam metin çeviri yayınlama uğraşına girdi. Zaten klasklerin, tam metin halinde okumadıktan sonra okunmasının hiç bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Anlamsızlıktan öte, yazara, okuyucuya ve hatta edebiyatın kendisine büyük bir haksızlık, kötülük olduğu kanısındayım.
Klasikler kesinlikle tam metin okunmalıdır. Dostoyevski için bu durum çok daha kritik. Kısaltılmış ya da "sadeleştirilmiş" bir baskıda neyi kısalttınız veya neyi sadeleştirdiniz? Raskolnikov'un içsel monologlarını mı, polis müfettişinin monologlarını mı, Raskolnikov'un bir çok karakterle gerçekleştirdiği din, ahlak ve toplum üzerine diyaloglarını mı? Klasikler, bir dönemin insanlarının başından geçen bir takım olaylar değildir sadece. Klasiklerin, özellikle Dostoyevski eserlerinin her birinin bir derdi vardır. Dostoyevski edebiyata aşık olduğu için bir filozof olmadı belki de. Onun yaşamını okudukça eserlerine bakışımın da derinleştiği kesindir. Neden Dostoyevski eserlerinin 150 yıldır tekrar tekrar okunduğunu ve üstüne sayısı sürekli artan bir çok metin yazıldığını daha iyi anlıyorum. Okuduğum diğer eserlerinden de bahsedeceğim ilk fırsatta. İlk iki romanı olan İnsancıklar ve Öteki arasındaki farkın şaşırtıcılığı dahi onun dehasını yansıtıyor.
Suç ve Ceza
Şimdiye kadar yazdığım en uzun girişten sonra - ki oldukça kısa tutmaya çalıştım - yazının konusuna gelelim. Suç ve Ceza hakkında ansiklopedik bilgiler için son durak benim galiba. Buradaki yazıların ana amacını hatırlayalım, eserlerin okuyucuda bıraktığı izlerin şahsi bir betimlemesini yapmak.
Okuduğumdan bahsettiğim Joseph Frank'ın Dostoyevski - Çağının Yazarı adlı biyografide, Suç ve Ceza'nın hayli derinlemesine analiziyle karşılaşacağıma eminim. Fakat bu analizden etkilenmeden, ham hislerimi buraya aktarmak istedim. Belki ilgili bölümü okuduktan sonra tekrar birşeyler yazabilirim. Öncelikle şunu belirteyim ki, Dostoyevski, eserindeki hiçbir bölümü "dolgu" amacıyla yazmamış. Her yan öykü, her yan karakter, ana öyküye ve dolayısıyla Raskolnikov'a doğrudan etki ediyor. Kaldı ki yan öykülerin kendileri dahi o kadar ilgi çekici ki, ana öyküye etkisini kavrayamasanız dahi ilgi uyandırıyor. Ayrıca Raskolnikov, ilk bakışta umursamaz ve değerleri olmayan bir karakter gibi görünse de bütün bu karakterlerin yaşamına doğrudan etki etmekten ve doğru olanı yapmaktan kendini alamıyor. İşlediği suçun aksine sosyal yaşamında başkaları için hep iyi olanı doğru olanı yaptığını görüyoruz. Hem de kendinden ödünler vererek. Suçun kendisi ise aslında amacı açısından biricik bir suç. Katil olmak olgusunun sebebine bambaşka bir açıdan yaklaşan Dostoyevski, "insan" olmanın sorgulamasını, bir cinayet üzerinden yapabiliyor. Raskolnikov'un işlemeyi planladığı cinayeti haklı göstermek için kendi kendine sorgulamalarda bulunduğu anlar, çoğu okuyucuyu arada derede bırakacak cinsten. Fakat bu bir şaka değil, bir varsayım veya bir oyun değil, bu gerçek bir cinayet işleme arzusu. Varoluşsal krizini aşmak için hiçbir eylemde bulunamayan bir karakterin, kendini gerçekleştirmek için yapmak istediği uçuk bir eylem. Neticede işler planlandığından daha faklı gitse de cinayetin ardından yakalanmadan paçayı kurtaran Raskolnikov'un, bu sefer de cinayetin ağırlığı ve kendini sorgulaması krizlerinin yanında, yakalanma ihtimalinin gel-gitinin gerginliği arasında yaşadıklarına tanık oluyoruz. Öyle ki bu cendere içinde dahi yine etrafındaki yaşama ahlaklı bir şekilde etki etmekten kendini alamıyor.
Kitabın sonuna, Dostoyevski tarafından eklenen son söz, acaba hiç olmasaydı nasıl olurdu diye de düşündüm. Bu son söz olmadan, kitap büyük bir karanlık içerisinde bitiyor. Fakat Dostoyevski, bunca büyük krizleri yaşattığı karakterine cezasıyla birlikte biraz huzuru çok görmemiş. Kitabın gergin atmosferi, sayısız sorgulamaları, gitgide kararan tonundan sonra yer alan keskin bitişinin üstüne, yazarın bu "son söz"ü bana bir ödül gibi geldi. Hele ki Raskolnikov'un gördüğü bir kabusun tasfiri, Dostoyevski'nin çok yönlü hayal gücünün dehasını bana bir kez daha gösterdi. Post apokaliptik bir kısa öykü diyebileceğim bu bölümden, daha önce bahsedildiğini duymamıştım. Belki de pek kimse benim kadar etkilenmedi. Bahsettiğim biyografide özellikle bu kısımın üzerinde durulup durulmadığını çok merak ediyorum.
Klasiklerin Çevirisini Evirip Çevirmek
Altı çizilecek, tekrar tekrar okunacak bir çok bölümü olan bu klasik, bütün klasikler gibi mutlaka tam metin olarak okunmalıdır. Çocukları geçtim, ilk gençlik zamanlarını yaşayan birelerin dahi çoğu için okunması, anlaşılması, heyecanla özümsenmesi zor bir kitap. Ters tepip, Dostoyevski'den hatta bütün kasiklerden soğutabilir okuyucuyu. Belirli bir olgunluğa eriştikten sonra okunması, ilerleyen yıllarda da tekrar dönülmesi gereken bir eser. Çeviri olarak, Türkiye İş Bankası'nın Hasan Ali Yücel Klasikler Serisi'nden çıkan baskısını öneriyorum. Altın Kitaplar'dan çıkan eski bir Rusça Aslından çeviri ve İletişim Yayınlarının son dönemde yayımladığı klasikler serisindeki Suç ve Ceza baskılarını biraz karşılaştırdım.
Kitabın yarısını, Altın Kitaplar'ın babadan kalma 1979 basımından okudum. Kayıp olan ikinci cildi yine Altın Kitaplar'ın farklı bir yıla ait aynı baskısını bir sahafta bularak okumaya çalıştım. Fakat kitaptaki bariz bir koku, kitap tozu diyebileceğim bir şey, alerjimi inanılmaz azdırdı ve geri kalan kısmı Türkiye Bankası Kültür Yayınları'nın Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi'nden okumaya devam ettim. Altın Kitaplar baskısında Tanrı yerine kullanılan Allah ifadesi gibi ifadelerin yanı sıra bir çok deyim, nida vs. fazlasıyla yerlileştirilmiş. Biraz araştırma yaptığımda, bu durumun geçmiş dönemin çeviri anlayışı olduğunu anladım. Misal kitabın birinci bölümünün altıncı kısmında Raskolnikov, baltayı kapıcı kulubesine geri koyup, kimseye yakalanmadan cinayet sonrası yakalanmama sürecini sonlandırıyor. Altın Kitaplar baskısında, "Kul sıkışmayınca hızır imdada gelmezmiş" şeklinde geçen bu ifade, doğal olarak beni rahatsız etti. Yani olay nerede geçiyor, kişiler ve kültür yapısı nasılsa ona uygun çevirmek gerekiyor ki okuyucu birden bire okuduğu metnin içeriğine yabancılaşmasın. İletişim yayınları çevisirinde "Şeytan yardım ediyor" olarak kısa ve net bir şekilde çevrilmiş. Fakat İş Bankası Kültür Yayınları'nın baskısında "Akıl işi değil, tam cin işi şeytan işi" olarak çevrilmiş. Rusça bilmeyince mecburen İngilizce çeviriye de bir göz atıp karşılaştırmak istedim. Ünlü çevirmen Constant Garnett'in çevirisinde "When reason fails, the devil helps" şekline yer aldığını gördüm. İş Bankası'nın çevirisini en uygun olarak kabul ettim. Kitabı da bu çeviriden bitirdim. Netice itibarıyla şu ortaya çıktı ki, klasikleri okumadan mutlaka çevirisi hakkında araştırma yapın. İnternette yeteri kadar bilgi mevcut. Birçok edebiyatçı veya kendi halinde okur, özveriyle tespitlerini yazmış. Uzatmayayım. Çeviri önemli.
Son Söz
Özellikle klasikleri okuma anlayışımın bu yazıda bahsettiğim hassasiyetlerin odağındaki bir çerçeveye oturduğunu ifade edebilirim. Yani "okudum, bitti, gerçekten çok güzeldi." dedikten sonra hemen başka bir maceraya geçebileceğiniz kitaplar değildir klasikler. Bu yüzden klasik oldular ya. Türk edebiyatında da benzer klasikler vardır. Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ını, Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ını, Sabahattin Ali'ni romanlarını, Ahmet Ümit, Ayşe Kulin, Buket Uzuner vs gibi yazarların kitaplarını okur gibi, sadece keyifli vakit geçirmek için okursanız hakkını vermemiş olursunuz. Bir gün Kara Kitap üzerine birşeyler yazarsam ve çok küçük ihtimalle de olsa okursanız anlayacaksınız ne demek istediğimi.
Son Öneri
Klasiklerin klasiği diye iddialı bir başlığa sahip yazının sonunda nacizane bir tavsiye olarak İtalo Calvino'nun "Klasikleri neden okumalı?" adlı makalesini okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum.