30 Mart 2018 Cuma

The Witcher (O Bir Kahraman Değil)

    Bilgisayar, konsol, telefon ve tablette oyun oynamak, bu cihazları kullanan bütün kesimlerce yapılan bir etkinlik artık. Parkta güvercinleri yemlemek ve kitap okumak yerine telefonunda okey oynayan yaşlı amcalar, otobüs ve tren seyahatlerinde yanındaki genç kızı konuşarak darlamak yerine candy crush oynayan teyzeler, kumdan veya çamurdan kuleler yapmak, oyuncaklarla oynamak yerine parmak kaslarını tablet oyunlarını oynayarak zayıflatan okul öncesi yaşlardaki çocuklar, bilgisayar başında ara vermeden saatlerce oyun oynadığı için genç yaşta boyun ve bel fıtığı olan gençler vs. 

    Ama güzel şeyler de oluyor. Bilgisayar ya da konsoldaki harika bir oyunun aslen bir kitap uyarlaması olduğunu öğrenen biri (çocuk, genç ya da orta yaşlı), söz konusu kitabı alıyor, okuyor ve çok beğeniyor. Benzeri başka kitaplara meylediyor ve ardından başka konulardaki bambaşka kitaplara yöneliyor. Sanal bir oyun sayesinde bir birey okuma alışkanlığı kazanıyor.

Okumadan Önce çizimi
    Polonyalı yazar  Andrzej Sapkowski'nin  The Witcher serisi de böyle bir etki yarattı. Kitaplardan ilham alınarak yapılan birbirinden harika 3 oyunluk The Witcher serisi, 2015 yılında çıkan son oyun Wild Hunt ile bitti. Ama kitaplarının yankıları en azından Türk okurlar için sürüyor. Çok yakın bir zamanda dördüncü The Witcher kitabı da Türkçeye kazandırıldı. Pegasus Yayınları'na bir okuyucu olarak teşekkür ediyorum. 

     Kader Kılıcı ve Son Dilek'de, The Witcher'ın kendi alemindeki maceraları yer alıyor. Son Dilek'i geçen sene okudum. Kader Kılıcı'nı ise yeni bitirdim.  Bu kitaplar roman değil. Fakat bütün öyküleri aynı alemde geçtiği ve baş rolde ise bir witcher olan Rivia'lı Geralt yer aldığı için, birbiriyle bağlantılı ve tutarlı. Yazarın Türkçe'ye kazandırılan diğer iki kitabı Elflerin Kanı ve Nefret Çağı ise roman türünde. İlk  fırsatta edinip okuyacağım. Bakalım o ilk fırsat ne zaman gelecek. Okuduğumda burada bahsederim.

    Öykülere dönersek. Zaman zaman öykülerde aynı karakterlerin yer aldığını görüyoruz.  Özellikle Kader Kılıcı, Son Dilek'e göre birbiriyle daha bağlantılı öykülere sahip. Öyküleri okurken bir yoğunluk hissine kapıldım. Okuduğum metin, mutant bir canavar avcısının sağa sola kılıç savurup yaratık kesmesinden ibaret değildi. Oyun uyarlamalarının neden bu kadar başarılı olduğunu daha iyi anladım. Çünkü kitaplar, Geralt'ın ve iletişim kurduğu herkesin psikolojisini de anlatıyor. Ayrıca The Witcher aleminin işleyişi de politik, doğal ve toplumsal yönleriyle öykülere çok güzel yedirilmiş. İşte bahsettiğim yoğunluğun sebebi de bu.

    Ayrıca Kader Kılıcı'ndaki öykülerde, Geralt'ın, The Witcher alemindeki diğer karakterle bağı, daha da organik bir hale geliyor. Son öykü olan "Biraz Fazlası"nın bu anlamda kitabın zirvesi olduğunu ve boğazımı düğümlediğini ifade etmem gerek.

     Geralt, çok şey görmüş geçirmiş bir canavar avcısı. Canavar avcısı olmak için verebileceği bütün ödünleri vermiş ve vermeye devam ediyor. Ödülü ise aç kalmamak. Yöre yöre gezip, canavar avlama işi almak için hanlarda, meyhanelerde ve şenliklerde vakit geçiriyor. Ama çoğu zaman yollarda sürgün gibi yaşıyor. Zaten çoğunluk witcherlardan hazzetmiyor. Bununla birlikte Geralt, bela aramıyor ama bela onu gelip buluyor. Mantıklı, vicdanlı ve cesur ama kesinlikle bir kahraman değil. Anti kahraman da değil. O sadece ekmeğini çıkarmak için canavar avlayan bir witcher. En azından o bu şekilde yaşamak istiyor. Fakat kader kılıcı keskindir dostlarım.

28 Mart 2018 Çarşamba

Kozmik Bağlantı (Evren ve Biz)



     Carl SAGAN, bilimin popülerleşmesi ve her kesim tarafından ilgilenilmesine hayatını vakfetmiş bir bilim insanıydı. Sinemadan edebiyata bir çok alanda, bilimin konu edinilmesi için de elinden geleni yapmıştır. Arthur C. Clarke ile kankadır. Daha kimlerle kankadır da benim ilk aklıma gelen Clarke oldu. Dünya medeniyeti C.SAGAN'a çok şey borçludur. Aynı adlı kitabından uyarladığı Kozmoz adlı belgeseli, efsane halini almıştır. Bilim insanı Neil deGrasse TYSON tarafından güncellenerek yeniden gündeme gelmiştir. 

    Yakın zaman önce okuduğum Kozmik Bağlantı da aslında C.SAGAN'ın neden efsane haline geldiğine ilişkin iyi bir gösterge. Her ne kadar, kitapta yer alan bir çok bilimsel bilgi eskimiş ya da yanlışlanmış olsa da (ki bilim, esasen yanlışlanabilir olduğu için bilimdir ve bu konu, bizi bilim felsefesine götürdüğü için hemen parantezi kapatıyorum) C.SAGAN'ın, meraka, keşfetme arzusuna, sorgulamaya ve tabi ki bilime verdiği öneme dair fikrin, olumsuzlanması pek mümkün değil.



    Her ne kadar C.SAGAN tarafından popüler bilim kitabı olarak yazılsa da altyapısı olmayanlar için özellikle bazı bölümler hayli zorlayıcı olabilir. Bilimsel içeriğin yoğunlaştığı yerlerde ben esasen eskimiş bilgileri öğrenerek günceli ıskalama korkusu yaşadım. Neticede kitap, ilk baskısını 1973 yılında yapmış. 2000 yılındaki yeni bir baskıda kitaba sonsöz kısmı eklenerek, güncel bilimsel bilgilerle düzeltmeler yapılmış. 2000'den bu yana geçen 18 yıl, bilim ve teknolojinin ilerleme hızını da kıstas alırsak, çok uzun bir süre. 2020 yılında bir güncelleme daha gelse gayet yerinde olur. 

     Ben özellikle son üç bölüm olan 37., 38. ve 39.   bölümlerin kitabın özünü taşıdığını ve C.SAGAN'ın yaşama, bilime ve evrene dair vizyonunu yansıttığını düşünüyorum. Bu vizyonun kısa ve orta vadede eskimesi pek olası değil. Bilimle ilgilenmekten çekinmemek gerektiği ve bilimi yalnızca bilim insanlarına bırakmanın, insanlık açısından çok büyük bir kayıp olacağı, okuma yazma öğrendikten sonraki adımlardan en önemlisinin bilimsel bilgi merakı olması gerektiği mesajlarını vermeye çalışan C.SAGAN, işte bu merakın ateşinin, içinde hiç sönmediği insanlardan biriydi.

    


26 Mart 2018 Pazartesi

Puslu Kıtalar Atlası (Romandan Çizgi Romana)


    Türk edebiyatının tür bakımından çeşitlilik gösteremediği aşikardır. Çabalar vardır. Bunlar çok güzel çabalardır. Kimisi sadece çaba olarak kalırken bazıları üst düzey işler olarak ortaya çıkar. İhsan Oktay Anar'ın ilk romanı Puslu Kıtalar Atlası, bu üst düzey işlerden biridir. Bir felsefeci olarak, tarih merakıyla fantastik bakış açısını mükemmel bir şekilde harmanlayarak, Puslu Kıtalar Atlası'nı Türk edebiyatına armağan etmiştir. İlk okuduğumda resmen kendimden geçmiştim. Aynı hafta ikinci kere okumuştum. Üniversite'de, arkadaşlarımla, kitabın inceleme ve tanıtımını yapmıştık bir derste. Tıpkı Dune:Çöl Gezegeni gibi Puslu Kıtalar Atlası da zaman zaman tekrar dönüp okuduğum bir kaç romandan biridir. Yakın zamanda tekrar okuyacağım. Burada da bahsederim. Fakat bu sefer konumuz, romanın kendisinden ziyade çizgi roman uyarlaması.

    İlban Ertem, Türk karikatür aleminin eskilerinden, Gırgır'da, Oğuz Aral ile uzun süre çalışmasının ardından Fırt, Hıbır ve Avni'de de çizerlik yapmış ve tek karelik espriler yerine uzun soluklu öyküler çizmiştir. Daha çok çizgi roman (kendisi resimli roman diyor) anlatımı çerçevesinde eserler veren İlan Ertem, 90'larda karikatür alemini terk ediyor. Bodrum'daki evinde çalışmalarına devam ediyor. Yıllar sonra Puslu Kıtalar Atlasını okurken içinde bir çizgi roman alevinin ilk kıvılcımları beliriyor. Başlıyor çalışmaya ve sonunda dev bir çizgi roman çalışması ortaya çıkıyor. Buradan, bahsettiklerimi çok daha detaylı ve zevkli bir şekilde izleyebilirsiniz.


En solda eşimleyim.


    2015 yılında Ankara Cer Modern'deki bir etkinlikte kendisiyle tanışma ve kısa da olsa sohbet etme imkanı bulmuştum. Genç ve orta yaşlı çizerlerin Puslu Kıtalar Atlası çizgi romanından sahneler seçerek yorumlamasını izlemiştik. Soru cevap şeklinde bir sohbet olmuştu. Levent Cantek'in sunumuyla gerçekleşen etkinlik yaşamımdaki en güzel izlerden biri oldu. Her ne kadar Memo Tembelçizer ve Kenan Yarar'la olan tanışma ve kısa diyaloğum büyük hayal kırıklığı yaratmış olsa da. Neyse.

Çizgi roman uyarlaması kapağı.
     İlban Ertem'in çizgileride Gırgır ekolünün izlerini rahatlıkla görebiliriz. Bu durum, söz konusu esere, kendine has bir çizgi tadı kazandırmıştır. Fakat İlban Ertem'in çizgilerinin, böyle bir uyarlama için uygun olmadığı kanısındayım. Kitaptaki karanlık tonu ve ciddi içeriği yumuşattığını düşünüyorum. Bununla birlikte çizgi romanı aldığım gün, ona ninni söyleyip üstünü örtüp yatırma isteğimi zar zor engelledim. Muazzam bir çalışma olarak kitaplığımın en güzel parçalarından biri olacak her zaman. Açıp çalışacağım kareleri olacak.

Roman kapağı
     Bununla birlikte İlban Ertem'in bu büyük emeğinin beklenen ilgiyi ve etkiyi yaratmadığını görmek de beni üzdü. Editör, çizgi roman yazarı ve araştırmacısı/uzmanı diyebileceğimiz Levent Cantek'in, bu eserin yayınlanmasında büyük emeği var. Kendisi ile ilgili internet aleminde bir çok olumlu olumsuz bilgi ve eşleştiri var ama konumuz bu değil.

    Puslu Kıtalar Atlası, Osmanlı döneminde geçiyor. Binbir çeşit karakterin, hikaye boyunca okuyucuyu hayretler içerisinde bırakarak maceranın içine sürüklediği ve baş karakterin roman boyunca geçirdiği fiziksel ve ruhsal değişiklikle bizim de zihnimizi değiştirdiği, roman boyu yer yer yoğunlaşan felsefi anlatımın, finalde tavan yaptığı, fantastik unsurların mükemmel bir şekilde anlatıma tad kattığı bu çalışmayı okumak (seyre dalmak), edebiyat uğraşında olan herkes için hayat boyu iz bırakacak bir deneyim bence.

22 Mart 2018 Perşembe

KEDO (Masal Masal İçinde)

    Yerli çizgi romanlarımızda "bizden" süper kahramanlarımızı pek göremezsiniz. Nadiren de olsa bir kaç girişim var. Fakat ABD çizgi roman alemindeki gibi süper hahramanlar, Türkiye'de bırakın baskın olmayı, yaygın dahi değil. Bunun ekonomik ve sosyolojik sebeplerinin tespiti ve açıklaması işin uzmanlarına düşer. Tabi herkes gibi benim de kendimce fikirlerim olsa da, bu fikirler bu yazının konusu değil.

    Bizim kahramanlarımız genellikle mizah dergilerinin uzun soluklu maceralarında yaşar. Bizdendir. Bu kahramanların maceraları, ışın saçan, binaları deviren, görünmez olan, zihin okuyan vs süper kahramanlardan daha çok ilgi çeker. Amerika'da tayt ya da pelerin giymiş bir süper kahraman, gayet varolabilir gözükürken, bizim memlekette, böyle bir kahraman en hafif tabiriyle saçmalık olarak algılanır. 


    Netice itibarıyla, bu ülkedeki yerli çizgi roman anlayışı, daha çok "alternatif çizgi roman" anlayışına yakın bir tonda kendini gösterdi. Son yıllarda süper kahramanların yanı sıra seri şekilde yerli ve yabancı alternatif çizgi romanlar yayınlandı. Devamı da olduğuna göre okuyucunun ilgisini çekmiş görünüyor. Üstelik bu alternatif çizgi romanlar, tahmin edersiniz ki daha çok yetişkin içerikli çizgi romanlar. Bahsedeceğim çizgi roman her ne kadar masalları konu etse de tam manasıyla bir yetişkin çizgi romanı. Yine Karakarga yayınlarının bir lütfu ile karşı karşıyayız. 1991 yılında Şekip Davaz'ın tamamladığı ve arşivine kaldırdığı bu çalışmanın 2017 yılında neden ve nasıl basıldığını merak ettim doğrusu. Her ne sebeple olursa olsun Kedo'yu okuyabildiğim için çok şanslı hissediyoum kendimi. Film noir havasını kendine has taramalarla okuyucunun iliğine işleten çizgilerden çok etilendim. Ardından  çizgi romanı elime aldığım an, eserin kapağını görüp tanıtım yazısını okuduğum an hayal ettiğim yoğunlukta bir metinle de karşılaşınca çok mutlu oldum.    

        Şekip Davaz
     Bir çok alt metin okuması yapılabilir bu çizgi roman için. Kader diye, hayatı olduğu gibi kabullenip değiştirmek için hiçbir çaba göstermeyenlerin hüsranı ya da tam tersi. Kendi öykünü yazabilme ve bunu yaparken statükoya karşı durabilme cesareti. Kedo'yu okurken, siz de Kedo'nun mesaisinde içtiği sabah kahvesinin keyfini hissedecek, akşam mesai çıkışı uğradığı mekanlardaki içkiyi ve mezeyi tadacak, karanlık sokaklarda yağmurun ve karın altında dolandığı caddelerdeki gerilim ve heyecanını hissedecek, günün sonunda ise evinde kendiği attığı o emektar koltuğun verdiği eşşiz rahatlama ile yaşamanızı sorgularken bulacaksınız kendinizi.  Sanırım eseri kısa süre içerisinde bir kaç kere daha okuyacağım. O güzel metnin ve şahane çizgilerin tadına varacağım.

13 Mart 2018 Salı

Cahiller: Karşılıklı Bir Aydınlanmanın Hikayesi (Şarap ve Çizgi Roman)


    Çizgi romanın kapağını eşime gösterdim. Çizgi romanın önsözünü ünlü birinin yazdığını ifade ettim ve tahmin etmesini istedim. "İlber Ortaylı mı?" dedi, gülerek. Bu şakanın aklıma nasıl olup da gelmediğini düşünürken ona bir ip ucu vermek istedim. "Kürekle pide yemek" dedim ve hemen ardından Vedat Milor adını zikretti.  Fakat eser, şarap ve çizgi romanlar hakkındaydı. Vedat Milor'un dahil oluşunun sebebi de tahmin edebileceğiniz üzere şarabın mevzubahis olmasıydı. 

Etienne Davodeau ve Richard Leroy
    Cahiller: Karşılıklı Bir Aydınlanmanın Hikayesi, çizgi roman sanatçısı Etienne Davodeau ile mayışlı işini bırakarak ve sıfırdan başlayarak şarap üreticisi olmaya karar veren ve başarılı da olan Richard Leroy'un, birbirlerinin dünyasında çıktıkları yolcuğu anlatıyor. 

    Şarap üreticisi, çizgi roman alemi hakkında, çizgi roman üreticisi ise şarap üretimi hakkında cahil. Alın size cahiller. İki taraf da kendi dünyasının kapılarını muhatabına açıyor ve ondan da çaba göstermesini isteyerek bilgilendiriyor. Alın ise Bir Aydınlanma Hikayesi.

    Oldukça sade fakat anlatım açısından etkili çizgileri olan Etienne Davodeau, rengarenk olan çizgi roman ve şarap alemini, zorlu bir tercihle grinin tonlarını kullanarak anlatmış. Bu enteresan fakat riskli tercih sonuç vermiş. İçerik olarak zaten hayli detaylı olan eserin, sade çizgiler ve sadece gri tonlamalarla renklendirilme tercihinin, görsel açıdan okuyucuyu yormasının önüne geçtiğini düşünüyorum.

    Şaraba meraklıysanız zaten çok zevk alacaksınız, şarapla hiç ilginiz yoksa kaliteli şarap yapımının detaylarına ve verilen emeğe hayran olacaksınız. Çizgi roman meraklısıysanız zaten eser sizi içine alıverecek. Çizgi roman meraklısı değilseniz bu eserle çizgi roman alemine merak salmayacaksınız. Zaten anladığım kadarıyla bunu da amaçlamıyor eser. Bir kaç yazar ve yayncının da esere konuk olmasıyla içerik zenginleşiyor. Eserde bahsedilen çizgi romanlardan bazıları Türkçe'ye de çevrildi. İlk aklıma gelenler Watchmen ve Maus. Bunları da kesinlikle okumalısınız.  Bu bloga da konuk olacaklar.

    Güzel bir etkileşimin, emek ve kültür paylaşımının yolculuğuna çıkmak isterseniz Cahiller sizi bekler.

10 Mart 2018 Cumartesi

Homo Sapiens ve Homo Deus (İnsalık Nereden Nereye?)

    Bilimsel içerikli kitaplar her ne kadar "popüler bilim" etiketiyle yazılsa da genel okuyucu kitlesi için hep zorlu okumalardır. Popüler bilim yayınlarını okumak, yardımcı kitap kullanmak ya da günümüz imkanlarında mutlaka "googlelamak" gerektiren bir emek gerektirir. Aksi halde roman okur gibi bu yayınları okumak, verilen onca zamanın büyük çoğunluğunun havaya uçması demektir. Gerçi roman dahi okurken yardımcı kitap kullanmak veya "googlelamak" okuma niteliğini ve verimi hayli arttırabilir. Fakat "kim uğraşacak?" toplumu olduğumuz için her akşam en az 3'er saati saçma sapan dizilere dökmek çok daha mantıklı bir faaliyet olarak görülüyor. Neyse itici olmayalım ve konudan uzaklaşmayalım. 

    Popülerliği yakın zamana kadar had safhada olan ve çok satan iki popüler bilim kitabından bahsedeceğim. İkisinden birden bahsedeceğim, çünkü kitaplar birbirini tamamlıyor. Çok satan fakat Orhan Pamuk kitapları ya da Tutunamayanlar gibi çok çok az okunan ve en iyi ihtimalle yarıda bırakılan kitaplar olduğunu düşündüğüm, Yuval Noah Harari'nin Hayvanlardan Tanrılara Sapien - İnsan Türünün Kısa Tarihi ve Homo Deus - Yarının Kısa Bir Tarihi  adlı kitaplarını yayımlandıktan sonra baya gecikerek okudum. Konsantre bir şekilde kitapların hakkını vererek okumak şimdiye nasipmiş. Okuma sürecim de uzun sürdü. Metnin altını üstü çizmek, kenarlarına bir şeyler not almak, sık aralıklarla 'post it' koymak, başka kaynaklara bakmak, kitabın akılda uyandırdığı düşünceleri not almak, yorulup başka bir kitapla söz konusu kitabı okumaya ara vermek gibi sebeplerden dolayı okuması uzun sürdü. Kısa sürede okuyanlara selam olsun.

     Sapiens, tahmin edebileceğiniz gibi bir antropoloji kitabı, fakat bunun yanı sıra yazarın, insanın biyolojik ve kültürel evrimi sırasında, olumlu sıçramalar olduğunu düşündüğümüz noktalarda alternatif fikirler sunuyor. Bilişsel Devrim ve Tarım Devrimi'nin insanlığa ne getirdiği ve götürdüğüne dair düşünce kalıplarımızı değiştirebilecek sorgulamalara itiyor. Kitabın sonu ise geçmişi irdeledikten sonra gelecekte neler olabileceğine dair çıkarımlar yapıyor. Bu çıkarımların büyük çoğunluğu bilim kurgu malzemesi olabilecek tasarılar gibi görünse de akıl almaz şekilde gelişebilecek bir çok  tasarının temeli halihazırda atılmış durumda. Biyonik kol, zihinle alet kontrolü gibi imkanlar çok temel düzeyde gerçekleştirilmiş durumda. O halde tekerlekten uzay aracına varabilen teknolojik gelişimi gösteren insanlık, nanoteknoloji ve yapay zeka ile neler yapabilir? İşte biraz da bunlara kafa yoruyor kitabın son kısmı.

    Homo Deus'a başlarken daha çok Sapiens'in son kısmının daha geniş kapsamlı bir halini okuyacağımı düşünmüştüm. Fakat genel olarak üç kısma ayrılan kitap, ilk iki kısımda yine antropolojiden çok sapmadan, daha çok yakın dönem dünya tarihini irdeliyor. Ekonomik ve siyası evrimin, insanın özellikle sosyal bilinci üzerindeki etkileri üzerine akıl yürütüyor. Ayrıca insanın kendini tanıma yolundaki biyolojik ve psikolojik keşiflerine yer veriyor. İlk iki kısmın asıl amacı, üçüncü kısım olan ve kitabın adının hakkını veren, "Homo Sapiens Kontrolü Kaybediyor" kısmına hazırlık. Bu üçüncü kısımda, yer yer disütopik ve cyberpunk kurguların yoğunlukla hissedildiği çıkarımlar ve öngörüler yer alıyor. "Büyük Kopuş" adlı bölümün son paragrafı, yakın zamanda izlediğim ve genel olarak çok beğendiğim, (son üç bölüm hariç) roman uyarlaması olan Altered Carbon adlı bilimkurgu dizisinin altmetni ile birebir örtüşüyor.

     Neticede insanlığın veri toplama ve paylaşma konusundaki muazzam gelişimi, bu verileri işleme ve değerlendirme kapasitesinin çok ötesine geçtiği için gelecekle bizleri neyin beklediği konusunda sayısız teori üretebiliriz. Homo Deus'un sonunda bahsi geçen futurist (gelecek bilimci) Ray Kurzweil'in İnsalık 2.0'ını da en kısa sürede okumaya karar verdim. Okuma listemde araya bir yere sıkıştırabilirim. 

    Harari'nin bu iki kitabından da feyz almış olabileceğine dair, daha yayımlanmadan evvel hakkında bir yazı okuduğum Dan Brown'ın son kitabı Başlangıç (Origin) de aklıma geldi okurken. Ama Başlangıç'ı okumadım. Sanırım okumayacağım da...

    Homo Deus'ta bahsedilen "Dataizm" bölümünü okurken, aklına Star Trek'ten Data gelmeyenleri  herkesi hemen Star Trek Next Generations'ı izlemeye davet ediyorum.

    

   

8 Mart 2018 Perşembe

Oğulların Diyarı (Disütopik Trajedi)

     Alternatif çizgi roman okumaları esnasında hayal kırıklığına uğradığım hiçbir eserle karşılaşmamam, benim kendimi kandırmamdan dolayı mı yoksa bu eserlerin gerçekten kaliteli olmasından mı kaynaklanıyor?

    Yine alternatif bir çizgi roman ve yine zihmine kazınan etkileyici çizgiler, harfler harmanı...

GIPI
    Rönesansın tarihi dokusunu derinlemesine yaşatan bir İtalya kenti olan Pisa doğumlu, Gian-Alfonso Pacinotti (GIPI olarak da bilinir), İtalya’dan çıkan önemli çizgi roman sanatçısılarından biridir. Hayatı boyunca reklam sektöründe illüstrasyonlar yapmış, ayrıca kısa metraj ve bağımsız video filmler de çekmiştir. Önemli çizgi roman ödüllerinden Goscinny, Angoulême ve Max & Moritz‘i kazanmış ve yanı sıra Eisner’a da aday olmuştur. GIPI ile ben de yazıya konu olan eseriyle tanıştım. Tahmin edersiniz ki bilgileri, kısaca Google reyisten derledim.

       İlk olarak 2016 da yayımlanan Oğulların Diyarı (La terra dei figli), alternatif çizgi romanları seri şekilde dilimize kazandıran Karakarga Yayınları tarafından Türkçe yayımlandı. GIPI sadece kurşun kalem kullanrak sinema altyapısını çok iyi değerlendirmil ve harika paneller yaratmış.


    Çok da uzak olmadığını sezdiğimiz bir gelecekte, disütopik bir dünyada, nedeni çok da önemli olmayan bir felaket sonucu insanlık zehirli sular, kurak topraklar, yamyam ve mazoşist tarikatlarla başbaşa kalmıştır.  Bir baba ve iki oğul, bu umutsuz ve harap dünyada sazlıkların kıyısında derme çatma bir kulübede yaşam savaşı vermektedir. Babanın tek derdi oğullarını bu sert dünyanın geleceği için hazırlayabilmektir. Oğullar ise babalarını ve dünyayı anlamak istemektedir. Babanın, sert ebeveynlik rolü oynaması zaten yeterince zorken bir de oğullardan bir tanesinin babasının sevgisinden şüphe etmesi de olan biteni iyice zorlaştırır. Babanın herşeyi kaydettiği bir defteri okumak, bu şüpheci oğulun takıntısı olmuştur. Fakat artık okumak, bu yeni dünyanın en gereksiz yetisidir. Oğul, babasından gizli bir şekilde defteri oku(t)manın yollarını arar. Tabii ki işler karışır ve oğullar, kendilerini bu acımasız dünyada acımasız bir maceranin içine sürüklenirken bulur.

   Çizgileriyle, okuyucuyu kendisine has dünyasının içine hapseden eser öyküsüyle ve karakterleriyle bu dünyanın bütün tecrübesini yaşatıyor. The Road adlı filmi izlerken hissettiğim o çaresizliği Oğulların Diyarı'nı okurken de hissettim. Karakterlerin yolculukları ve aralarındaki ilişki bambaşka olsa da içinde bulundukları ortam hayli benzeşiyor. Tekrarlamak istiyorum ki GIPI'nin çizgileri,  kendine has tarzı ile aklıma kazındı. 

    Disütopik bir dünyada geçen gerilim ve trajedinin harman olduğu bu güzel öyküyü mutlaka okumak gerekir. Dünyanın ipini çekmek için milyonların oylarıyla başa getirdiği ya da diktasına karşı çıkmadığı liderlerle yola devam ettikçe, belki de insanlığın tecrübe etmesine ramak kalmış bir öykü bu... 

    Eserin açılış cümlesiyle yazıyı bitiriyorum; “sonumuz geldiğinde bir daha hiç kitap yazılmadı”.



    




6 Mart 2018 Salı

Essex County (Hüzünbaz Çizgi Roman)

    Son yıllarda çizgi roman okumalarımı, şu an alternatif olarak tanımlayabileceğim eserlere yoğunlaştırdım. DC ve Marvel gibi büyük firmaların kostümlü ve süper güçlü kahramanlarının öykülerini nadasa bıraktım zihnimde. Bu kahramanların film uyarlamalarını heyecanla takip etsem de asıl menşei olan çizgi romanlarını takip edecek gücü kendimde bulamıyorum. Galiba biraz da sıkıldım bazı şeylerden. Sürekli yeni "event"ler (inanın Türkçe karşılığı tam olarak yok) başlatarak ve karakterleri revize ederek bende olduğu gibi okuyucuların geneline de yayıldığını gördüğüm bu sıkıntıyı aşmaya çalışıyor şirketler. Fakat kanaatim odur ki özellikle The Marvel Cinematic Universe (MCU)'nin bir şekilde başarılı olması sayesinde, çizgi romanların süper kahramanları hala ilgi görüyor. FOX'un nadiren çok iyi işler yapması ve genel itibarıyla da X-MEN evrenini tuzsuz ve tavuksuz tavuk çorbası kıvamında işlerle sinemaya uyarlaması (Fantastik Dörtlü'den bahsedemiyorum bile) dahi çizgi roman süper kahramanlarını gündemde tuttu. Bu işin en eskilerinden Warner Bros. (WB) ise hızla atağa kalkma düşüncesiyle ve izleyici nabzını çok yanlış değerlendirerek, adı sürekli değişse de  DC Extended Universe (DCEU) olarak bilinen yapıyı bir türlü rayına oturtamadı. Netice itibarıyla olumlu ya da olumsuz olarak sinema alemindeki bu yoğun hareketlilik, çizgi roman aleminin de ayakta kalmasını sağladı. Hal böyleyken dahi, dünya genelinde mevcut çizgi roman satışları pek iyi değil bildiğim kadarıyla.  Sinemanın gazıyla net olarak bir 10 yıl daha çizgi romanlar ayakta duracak gibi. Durum böyle devam ederken, ben de daha önceleri DC ve MARVEL'ın albüm şeklinde yayınladığı artık klasik olmuş işleri alarak zevkle (bazılarını ikinci kez olarak) okudum. Old Man Logan, Kingdom Come, The Dark Knight Returns veya Watchmen bunlardan bazıları. Fakat özellikle son bir kaç yıldır başta da dediğim gibi daha alternatif işler, okumak ve feyz almak için iştahımı kabartmaktadır. Şimdi bu uzun girişten sonra bu son okuduğum işlerden biri olan Essex County'den biraz bahsedeceğim.

Jeff Lemire
    Yeni çıkan alternatif çizgi romanları sürekli kurcalamaktaydım. Ne zamandır listemde olan Essex County'e eşimin bana hediye olarak almasıyla kavuştum. 3 ciltten oluşan bu eserin yakın zamanda tek cilt halinde sert kapaklı,  içinde eskizler ve taslaklar da olan güzel bir cildi de yayınlandı. 

      Eserin hem yazarı hem çizeri olan Jeff Lemire, DC ve Marvel'da yazar olarak çalışmış biri... Essex County gibi kendi yazıp çizdiği başka eserler de var. Hatta Underwater Welder adlı çalışması da Sualtı Kaynakçısı adıyla Marmara Çizgi Roman'dan çıktı. Listeme ekledim. Okuyunca bahsederim.


    Eserde, Kanada'da Güneybatı Ontario'da, Essex County adlı kasabadaki insanlarının trajik yaşamı, 3 nesle yayılan bir zaman dilimi içinde anlatılıyor. Eserdeki çizgileri ilk başka yadırgayabilirisiniz ama sayfalar aktıkça öykünün yapısına ne kadar uygun olduğunu farkedeceksiniz. Gerçi çizerin de tarzı bu. Ben çok sevdim. Eserde anlatılan aile trajedileri, dünyanın her yerinde yaşanabilecek şeyleri içeriyor. Zaten işin asıl vurucu noktası da bu ve belki de okur olarak benim veya sizin de yaşadığınız benzer bir trajedi anlatılıyor. Yazar, aile fertleri arası ilişkilerin ne kadar kırılgan ya da sağlam olabileceği, gelecek hayalleri kuran gençlerin hüsranları, yaşlılık hallerinin geçmişi sorgulatması gibi hayatın içinden gelen dalgaları kıyılarımıza vuruyor. Her cilt farklı bir ailenin trajedisini, o aileden bir ferdi merkeze alarak anlatıyor. 3. cilt de bittiğinde aslında bütün bu insanların zayıf ya da sağlam bağlarla birbirlerine bağlı olduklarını anlıyoruz. Bu da hikayelerin trajik etkisini derinleştiriyor.
Essex County

   Şöyle bir etrafımıza, en yakınımıza ya da biraz da olsa uzağımıza baksak belki de tıpkı bu çizgi romandaki bağları farkedebileceğiz... peki farkedince ne olacak? Hassasiyetimiz ve empati yeteneğimiz artacak. Peki Türkiye gibi bir memlekette bunun faydası var mı? Bunun cevabını sizin kendi sorgulamanıza ve hayat görüşünüze bırakıyorum. 

    

5 Mart 2018 Pazartesi

Babam Süt Peşinde (Neil Gaiman'ın Çocuk Kitabı)

Neil Gaiman
    Neil Gaiman, çağımızın masal anlatıcılarından biridir. Modern masal yaratıcısıdır. Günümüz popüler kültürünü şekillendiren isimlerden biridir. Roman, öykü, çizgiroman (resimli roman, grafik roman), senaryo yazarıdır. Bir çok eserini okudum. Son olarak ise kızım için eşimle aldığımız Babam Süt Peşinde adlı çocuk kitabını okudum. Bir önceki okuduğum eseri, itiraf etmem gerekirse dizi uyarlamasını izlemeden önce okumam gerektiğini düşünerek geç de olsa okuduğum Amerikan Tanrıları'ydı. Fakat maalesef bu yazıda son okuduğum eserinden bahsedeceğim. Amerikan Tanrıları'ndan da bir ara bahsederim. Önemli çünkü.

Kitap Kapağı
 

  Babam Süt Peşinde bir çocuk kitabı. Sabah kahvaltı etmek isteyen iki kardeş, mısır gevreklerine koymak için evde süt olmadığını farkedince, babaları, bir şişe süt almak için dışarı çıkıyor. Uzun bir süre sonra dönen baba, bir şişe sütü eve getirmek için, dinozorlar, vampirler, eski çağ insanları ve dinozorlar ve uzaylıların yer aldığı uçuk bir macera yaşadığını anlatıyor çocuklarına. Biz de bu macerayı okuyoruz.

    Çizer Skottie Young’ın kitabın atmosferini tamamlayan illüstrasyonlarının da etkisiyle hikaye akıp gidiyor. Bir yetişkin olarak kısa, eğlenceli ve çocuksu bir bilimkurgu öyküsü okumuş oldum. Bitince de kızım için, eşimle oluşturmaya çalıştığımız kitaplığa mutlu bir şekilde yerleştirdim.
    Babam Süt Peşinde, özellikle ilkokul çağındaki çocukların okumaları gereken bir kitap. Peki neden? Bu kitap sayesinde çocuklar, "farklı kültürler" ve "zaman yolcuğu" kavramları ile tanışıyor. Farklı kültürleri bilmek ve anlamak bilinçlenmenin en önemli adımlarından biridir. Ayrıca  zaman yolculuğu kavramına dair fikir edinmek, hayal gücünün gelişimi ve bilimsel bilgiye geçiş açısından büyük önem taşıyor. İşte bu kitap da bunları sağlıyor. Hem de hiç sıkmadan. Çocuklarımıza bu kitabı okutmak için de bu sebeplerin yeterli olduğunu düşünüyorum.

    


    

2 Mart 2018 Cuma

Her Hafta Bir Kitap


    Çoğu kimse hayatının çok yoğun geçtiğini ve dolayısıyla çok meşgul olduğunu düşünür. Bazıları haklıdır da. Önceden ben de bu yoğun insanlardan biriydim. Şimdi değilim. Bu durumu fırsata çevirip, düzenli bir şekilde her hafta bir kitap okuyarak, burada okuduğum kitap hakkındaki düşüncelerimi paylaşacağım. Bu cümlemden kitap okumaya yeni başladığım anlaşılmasın tabii ki. Böylesi bir düzen içerisinde okumak için artık vaktim var anlamında söylüyorum.

    Bana atış serbest olduğu gibi, olur da benim haricimde başka birileri daha buraya yazdıklarımı okursa, ona da benim yazdıklarım hakkında atış serbest.

    Alışkanlık haline getirdiğim üzere her kitabı okumadan evvel iç kapağına kurşun kalemle birşeyler çizerim. Genellikle yazarın portresi olur bu. O çizimleri de burada paylaşacağım. Buradaki bütün paylaşımlarda görsel olarak sadece kendi çizimlerimi kullanmayı hedefliyorum.

    "Her Hafta Bir Kitap" hedefiyle hafta ortasında çıktığım bu yolculukta, sene sonunda bakalım kaç kitap hakkında burada atıp tutmuş olacağım. 

   Önceden okumuş olduğum kitaplar hakkında da okuma günlüğüme düştüğüm notlara göz gezdirerek bir kaç satır yazacağım. Çizmişsem iç kapak çizimlerini de koyacağım.

    Şimdiden hepimize iyi okumalar...

"Yazılarımı burada kaleme alıyorum"